mimar
Önder KUL
mimaristudio

“Well-being nedir?” sorusuna kısaca insanın fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak dengeli ve iyi olma hali olarak yanıt verebiliriz. Bu yaklaşım, günlük yaşamımızın neredeyse %95’ini kapalı mekanlarda, 11 saatini teknolojik olarak bağlı yani tablet, akıllı telefon, bilgisayar vb. ile bir arada geçirdiğimiz bir hayat içinde en önemli arayışlardan biri haline geldi.

verimliliği sağlayan unsurlar

Değişen nesille birlikte çalışma alışkanlıkları, beklentiler ve ihtiyaçlar da değişmeye başladı. Günümüz teknolojisi mobil çalışma konusunda bize giderek daha fazla olanak sağlarken, bugün çalışanlar, en iyi nerede ve nasıl çalışacaklarını kendileri seçmeye başladı. Artık çalışanlar gün içinde farklı çalışma biçimleri arasında geçiş yapabiliyor. Açık ofisler dünyada çok uzun süredir yaygın olarak kullanılan bir çalışma sistemi olmakla birlikte, son yıllarda mekan tasarımında, iş ve eğlence arasındaki sınırlar kalktı. Örneğin, perakende mağazalarına kahve köşeleri girdi ya da ofis içi ortak çalışma alanları adeta bir yaşam alanı şeklinde tasarlanmaya başlandı. Yani, artık duygulara hitap eden ve yaşamla iç içe geçmiş mekan tasarımı önemini artırmaya başladı.

Yapılan araştırmalarda, çalışanların kendi sağlıklarını daha fazla ön planda tuttuklarını, şirketlerin ise çalışanların esenliklerini (well-being) desteklemek için sağlık programlarına daha fazla yatırım yapmaya başladıklarını görüyoruz. Çünkü artık yeni nesil için maaş, sigorta ya da sosyal imkanlar kadar, çalıştığı şirketin sağladığı fiziksel koşullar da ciddi bir kriter haline geldi. Çalışanların üçte biri ofis tasarımının çalışacakları yeri seçmek konusunda etkili olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte, firma sadakatine sahip genç yetenek de artık zor bulunmaya başlandı. Bu sebeple, firmaların çalışanları üzerine yaptıkları her olumlu yatırımın, direkt olarak o çalışanların esenlikleri, sağlık ve mutlulukları üzerine yapılmış yatırımlar olmasının yanında, üretim ve verimliliklerini de olumlu yönde etkilediğini görüyoruz.

Günümüzde çalışanlar, farklı çalışma biçimleri arasında geçiş yapabiliyorlar. Bu bazen konsantrasyon, sessizlik, kendine ait alan ve rahatlığın ön planda olduğu bireysel çalışma şeklindeyken; kimi zaman da sosyalleşme, sunum, beyin fırtınası, takım çalışması, informal çalışmaların yapıldığı, bir arada çalışma (collaborative working) yaklaşımı önem kazanıyor.

Bunun yanında, şehirleşme ve doğadan gitgide uzaklaşmanın, tüm dünyada çalışanların sağlık ve esenlikleri ile ilgili yaşadığı sorunları artırdığı gözlemleniyor. Bu da çalışanların sağlık sebepleri ile iş yeri devamlılıklarını olumsuz etkiliyor. Hatta iş yerinde bulunduğu süre içinde, ne derece sağlıklı ve mutlu bir ortamda çalıştıkları da tartışılır halde. Global firmalara baktığımızda, firma giderlerinin %90’ının aslında çalışanlarla doğrudan bağlantılı giderler olduğunu görüyoruz. “Well-being” üzerine projelerini geliştirmek isteyen firmalar; enerji, kira vb. mekansal giderlere yaptıkları yatırımın yanında, çalışanlara yönelik %90 oranındaki iyileştirmelerin kendilerine doğrudan ve daha etkili neticelerini görüyorlar.

İşte burada, “well-being” kavramı tasarım süreci içinde son yıllarda adını duyurmaya başladı. “Well-being nedir?” sorusuna kısaca insanın fiziksel, zihinsel ve ruhsal olarak dengeli ve iyi olma hali olarak yanıt verebiliriz. Bu yaklaşım, günlük yaşamımızın neredeyse %95’ini kapalı mekanlarda, 11 saatini teknolojik olarak bağlı yani tablet, akıllı telefon, bilgisayar vb. ile bir arada geçirdiğimiz bir hayat içinde en önemli arayışlardan biri haline geldi. Yılda ortalama 4 ile 8 gün arasında hastalık izni alınırken, doktor ziyaretlerinin %40’ı stres sebepli. Bu bağlamda, ofislerde “well-being” üzerine dünya ölçeğinde birçok araştırma ve çalışma yapılıyor, makaleler yazılıyor, projeler hayata geçiriliyor. Biz de son dönemde çalışmalarımızı insan odağında, çalışan sağlığı ve esenliğini merkeze alan, aynı zamanda verimlilik ve üretimin artmasına katkıda bulunan tasarımlar üzerine yoğunlaştırdık.

Artık duygulara hitap eden ve yaşamla iç içe geçmiş mekan tasarımı önemini artırmaya başladı.

öngörülen değişimler

Kuşak değişimleri ile şekillenen yeni çalışma dünyası içinde artık “ben” değil “biz” diyebilen ofisler daha üretken, verimli ve başarılı oluyor. Bireysel çalışmalarının yanında grup olarak birbirileriyle iş birliği halinde kıvrak bir çalışma ortaya koyabilmeleri, çalışmalarında açık, şeffaf ve katılımcı olabilmeleri, sosyalleşebilmeleri, kendilerine zaman ayırabilmeleri performanslarında önemli rol oynuyor. Bu yaklaşımla statüsü, mevkii ya da görevi ne olursa olsun tüm çalışanları içine alan ve kucaklayan projeler geliştirebilenler, başarıya daha kısa zamanda ulaşabiliyor. Çalışma alanları daha esnek oldukça, insanlar istedikleri kişilerle birlikte çalışabiliyor. Bu da iletişimi ve fikir alışverişini güçlendiriyor. Kaliteli iletişim ise yaratıcılığı, hızlı karar almayı ve kısalan çalışma sürelerini beraberinde getiriyor. Günümüzde çalışanlar, farklı çalışma biçimleri arasında geçiş yapabiliyorlar. Bu bazen konsantrasyon, sessizlik, kendine ait alan ve rahatlığın ön planda olduğu bireysel çalışma şeklindeyken; kimi zaman da sosyalleşme, sunum, beyin fırtınası, takım çalışması, informal çalışmaların yapıldığı, bir arada çalışma (collaborative working) yaklaşımı önem kazanıyor.

Bunun yanında hızla değişen teknoloji, mobil çalışma konusunda bize daha fazla olanak sağlarken günümüz çalışanı; çalışmak istediği yeri, zamanı ve kimlerle çalışacağını kendisi tayin ediyor. Bu bağlamda, hareket temelli çalışma (activity-based working), esnek ofis (agile office), ev ofis (home office) kavramları ile karşımıza çıkan yeni nesil çalışma dünyası içinde teknoloji, olmazsa olmaz bir öneme sahip. Sürecin doğal akışı içinde de teknoloji ve teknolojik olarak bağlı olma, bağlı kalma kavramları önemini artırarak tasarım içindeki etkinliğini sürdürüyor.

Bir süredir projelere de girmeye başlamış olan, toplantı rezervasyon sistemlerinden, yükseklik ayarlı çalışma masalarına, informal çalışma alanlarından, sessiz odalara kadar birçok mekan ve ürün, gelişen teknoloji ile şekilleniyor. Çalışanlar artık ne kadar özgür olurlarsa o derece verimli ve kısa sürede çalışmalarını tamamlayabiliyor. Bu da çalışanların mutluluklarını, kuruma bağlılıklarını olumlu yönde etkilerken, o firmadaki üretkenlik ve verimin de artmasına yardımcı oluyor. Sonuç olarak geleceğin ofisi, birlikte çalışan farklı nesillerin ihtiyaç ve beklentilerini dikkate alırken; konsantrasyon, iletişim, iş birliği ve fikir üretimine öncelik veriyor.