IAN RITCHIE
Ritchie Studio
| Birleşik Krallık

Mimarların “doğa ile” değil, gerçekten "önce doğayı" düşünerek, doğayla uyumlu tasarım yapmaları gerektiğine inanıyorum. Bunu yaparken doğanın temel yönlerini ve bu yönlerle olan ilişkilerimizi düşünmemiz gerekir.

COVID-19 sonrası yaşanan mimari değişim

Pandemi, pek çok kent sakinine trafiksiz kentsel alanların nasıl olacağına dair bir fikir verdi ve bu hoşlarına gitti.

Salgın aynı zamanda şehir merkezleri için perakende sektörünün karşılaştığı sorunları daha da kötüleştirmek gibi birtakım zorluklar yarattı, ancak umarım bundan olumlu bir şey çıkabilir.

Diğer Avrupa şehirleriyle birlikte Dijon ve Oslo’ya, otomobillere yönelik kısmi veya tam yasakların şehir merkezlerini nasıl yeniden canlandırdığına dair örnekler olarak bakıldığında, şehir merkezi hareketinin bu yönü Londra’da ve Londra’nın Batı Yakası (West End) kesiminde değerlendiriliyor.

Ayrıca, sosyal mesafenin ve artan evden çalışma biçiminin, şehirlerde yüksek katlı konut ve çalışma ortamları geliştirmekten uzaklaştıracağına inanıyorum. Aileler için yüksek katlı yaşam anti-sosyaldir, çocuklar için insanlık dışıdır; topluluk ve doğa deneyimini ortadan kaldırır.

Yüksek kat modelinin kusurları ortaya çıktı. Klima ve asansörlere güvendiğinizde, gelecek için bir modeliniz yok demektir. Sosyal mesafe uygulandığında bir asansörde iki ya da belki dört kişi oluyor ve yüksek katlı ofislerde yüzlerce insanı günde iki kez verimli bir şekilde taşımak imkansız hale geliyor.

Konutlar üç ya da en fazla beş kat olmalı. Bunun ekonomik olduğunu, kentsel yoğunlukların arazi değerleri ile uyumlu olduğunu ve bu tür az katlı binalarla insan ölçeğinin korunduğunu ispatlamak mümkün. Ayrıca, insanlar sokaktan ve birbirinden çok fazla ayrılmadığı için sosyal açıdan da daha iyi olduğuna dair pek çok kanıt var.

İnsanların çoğu artık etraflarındaki doğal dünyaya gerçek ve daha derin bir ilgi duyuyor ki bu her zaman böyle değildi. Mimarların “doğa ile” değil, gerçekten “önce doğayı” düşünerek, doğayla uyumlu tasarım yapmaları gerektiğine  inanıyorum. Bunu yaparken doğanın temel yönlerini ve bu yönlerle olan ilişkilerimizi düşünmemiz gerekir: Güneş ışığını, hava akışını nasıl kullanıyorsunuz? Atık ve suyu nasıl yönetiyor ve yeniden kullanıyorsunuz? Bu sadece park yapıp ve ağaç dikmekten, kuş yuvası koymak ya da çatıda bir gölet yapmaktan daha fazlası demek.

Bildiğimiz üç boyutun ötesindeki görünmeyen boyutları düşünmek, yani her şeye çok daha bütünsel bakmakla ilgili bir şey bu. Zeminde ne var? Yer bilim, su yolları? Şehirlerimizde sele neden olan böylesine sert ve geçirimsiz yüzeye sahip olmak zorunda mıyız?

Öğrencilere tavsiyeler

Periferiyi göz ardı etmeyin.

Benim için hem kişisel hem de mesleki olarak periferi verimli bir yer. Kimi zaman bir kenar çizgisi, bir sınır bölgesi, bazen sınırın ta kendisi. Bir sınırdan bahsettiğimizde, bir meydan okumadan bahsediyoruz demektir. Bir şeyin “son teknoloji” olduğunu söylediğimizde, herhangi bir bilgi veya araştırma alanının en cüretkar ve yaratıcı tezahüründen bahsettiğimiz anlaşılır.

Doğal dünyada sınır bölgeleri, ekosistemlerin buluştuğu çevrelerdir ve genellikle en zengin ve ekolojik olarak en çeşitli olanlardır. Aynı şey entelektüel ekosistemler bir araya geldiğinde de geçerli! Salgın bizi bu çevrelerden sandığımızdan daha fazla izole etti.

Kontrolü bırakmaktan korkmayın – periferiyi hatırlayın.

Yaratıcı ve kişiler arası anlamda kontrolü bırakmak bize yaratıcılığın heyecanını, iş birliği ve karşılıklı iş yapmanın zenginliğini açabilir. Kişisel, mesleki veya kültürel anlamda kontrolün kazara kaybedilmesi başka bir konu.

İşte o zaman merkez boşalır -tüketim kültürümüzün merkezindeki, asla doldurulamayacak şekilde tasarlanmış boşluk gibi- ve çevre (periferi) ihmal edilir, unutulur, görmezden gelinir ve küçümsenir – bu ise bir zenginlikten ziyade bir tehlike bölgesidir artık.

Bağlantılı olma halini gözden kaçırmayın.

Çevresini yaratan tek hayvan olmayabiliriz, ancak istemeden veya kasıtlı olarak işlevsiz ortamlar yaratan tek hayvan biziz. Bizler sosyal hayvanlarız ve pandemi bu gerçeğin daha çok farkına varmamızı sağladı. Göçebe halklar bile haber alışverişinde bulunmak, mal (ve gen!) ticareti yapmak, kutlamak veya manevi ritüellere katılmak için periyodik olarak bir araya gelirler.

İnsanların dağılmak yerine bir araya geldiklerinde daha kolay yürütülen belirli insan faaliyetleri gelişti. Köyler, kasabalar ve şehirler, bağlantı merkezleri olarak insan ihtiyaçlarını karşılamak için gelişti ve büyüdü. Büyük şehirler, nüfus, çeşitlilik, karmaşıklık, ırklar, kültürler ve zenginlik açısından en yoğun yerler oldukları için her zaman en zengin bağlantı merkezleri olmuştur. Şehirlerin istilaları bünyesinde eritmesinin ve birçok farklı devlet ve yönetim sisteminden daha uzun yaşamasının bir nedeni de budur.

Şehirler aynı zamanda kendi yaşamları olan karmaşık organizmalardır – çok katmanlı ve kültürel olarak spesifiktir.

Kendilerini saran çevreye, onları oluşturan ve onlar tarafından şekillendirilen toplulukların yazılı olmayan, hissedilen ihtiyaç ve değerlerine yanıt olarak geliştiler. Yakın zamana kadar, bir şehrin mimarisi ile insanlarının yaşamları arasında yakın bir benzerlik vardı.

Mimari düşünceyi kentsel ya da doğal dünyadan ayırmayın.

Her bina başlı başına ayrı bir varlıktır ama aynı zamanda şehrin bir parçasıdır. Bir kültürün birlikteliğini veya aksine soyutlayıcı ve bencil karakterini ifade eden kompozisyonun bir parçasıdır.

Mimarlık, bir kültürün dayandığı felsefeyi yansıtan kentsel çevreler yaratır. Bugünün felsefesi nedir? Neoliberalizm ve onunla birlikte her yerde bulunan yüksek binalar mı?

Pandeminin etkisini anlamalı ve olumlu tepki vermeli, insanı ve insani değerleri kuvvetlendirip biyosferi ve bu güzel gezegeni desteklemek için bilinçli düşünmeli ve hareket etmeliyiz.

Tasarımın biyolojik bir süreç olduğunu göz ardı etmeyin.

İyi planlama ve bina planları değişime ayak uydurabilir. Bizzat kendimiz hatta DNA’mız bile hayat boyunca değişir. Mimarlık ve şehirlerin de bundan farkı yoktur.

IAN RITCHIE

Ian Ritchie, 100’den fazla ulusal ve uluslararası ödül alan, dünyanın en özgün, etkili ve işbirlikçi çağdaş mimarlık pratiklerinden birini yönetiyor. Kraliyet Sanat Akademisi (Londra) ve Berlin Sanat Akademisi üyeliği bulunan Ritchie aynı zamanda, Liverpool Üniversitesi’nde fahri ziyaretçi profesör; Politecnico di Milano Mimarlık, Şehircilik ve İnşaat Mühendisliği Akademik Kurulu Üyesi, Cephe Mühendisliği Derneği üyeliği, Mimarlık ve Yapılı Çevre Komisyonu (CABE) onursal başkanlığı ve sahne sanatlarını desteklemek üzere kurulan “Backstage Trust” vakfında danışmanlık unvanlarına sahip.

Yakın dönemde Ove Arup Vakfı, New York Üniversitesi Kent Bilimi ve İlerleme Merkezi Yöneticisi ve Manhattanville masterplanında Columbia Üniversitesi Rektörüne danışmanlık yapan Ian Ritchie RIBA Stirling Ödülü, RIAS Doolan Ödülü, Berlin Sanat Ödülü, Çek Mimarlık Grand Prix Jürisi ve Fransa hükümetinin verdiği “Nouveaux Jeunes Albums” ödülleri de dahil olmak üzere birçok uluslararası jüride başkanlık yaptı.

Paris merkezli tasarım mühendisliği ofisi Rice Francis Ritchie’nin kurucu direktörü olan, küresel çapta ders vermeye devam eden, şiir dahil olmak üzere çeşitli kitaplar yazan Ian Ritchie’nin çalışmaları birçok uluslararası galeride ve müzede sergileniyor.

Ritchie Studio

Mimarlık, kültürel geçmişimize fiziksel bir referans sağlar ve düşünme noktasında bize daha iyi bir gelecek hayal etmek için hem ifade sunar hem de güven verir. Kullanışlılık ve estetiğin ötesinde, yapılı mimarinin metafizik bir rolü vardır – onunla yaşayanların duygularını ve davranışlarını şekillendirir. İnsan ruhunu yükseltecek mimariyi tasarlamak için mekanın, yapının ve ışığın doğasına dair metafizik bir araştırma şarttır. Bu üçlünün unsurları uyum içinde olduğunda, somut bir bütünlük ve dinginlik duygusu, gözlemcinin duyularıyla zihne dokunabilen bir mimariyi aşılar. Mimarlık varoluşu somutlaştırır ve yer duygumuz hem fiziksel çevremize bir yanıt hem de kültürel bir yaratımdır.