COVID öncesi mimari yaklaşımım ile sonrası arasında ciddi bir fark olduğunu düşünmüyorum. Eldeki kaynakları tüketirken daha dikkatli olmak, söz gelimi herhangi bir durumda yıkmadan dönüştürmeyi bir kez daha düşünmek, çevreye, ekolojik dengelere olabildiğince zarar vermeyen yapılar için çaba göstermek, bu musibet başımıza gelmeden önce de benimsediğim yönelimlerdi, bundan sonra da öyle olacak.
COVID-19 sonrası yaşanan mimari değişim
Paul Virilio geçtiğimiz yüzyılın son döneminde kaleme aldığı “Enformasyon Bombası” adlı kitabında etik sınırları zorlayan, gitgide askerileşen, bilincini kaybetmiş bir bilimden, yerkürenin neredeyse bütününü kapsayan bir tür telegözetim ve denetim mekanizmasından, izleyen ama okumayan insan kitlelerinden, kültür sanat bahaneli pornografiye bağlı olarak insan bedeninin yeni bir sömürgeciliğin odağı haline gelişinden, çocuksuluğun hakim olduğu bir dünya kültüründen, uluslararası barışı parçalamaya yetenekli bir enformasyon bombasından, rekabet hırsıyla yaratılmış bir uzay çöplüğünden, çocuk işçilerden, kayıp çocuklardan, çocuk-askerlerden, benzersiz bir ideolojik bulaşma olgusu olarak internetten söz ederken tüm bu unsurların bu denli çabucak etrafımızı kuşatacağına hangimiz ne kadar inanıyorduk bilinmez.
Ancak özellikle son dönemde dijital medya kaynaklı bu bilgi bombardımanından kafamızın iyice karıştığı su götürmez bir gerçeklik. COVID-19 belasının ortaya çıktığı günden beri yaşadığımız enformasyon bombasının oluşturduğu bilgi kirliğinin nelere mal olduğunu hepimiz gördük.
Öte yandan bu virüs en azından bir süre daha gündemimizden düşmeyecek gibi görünüyor ve farklı varyantlar aracılığıyla da olsa direnmeyi sürdürüyor. Bu işin sonunda ne olacak? Acaba Chomsky’nin iddia ettiği gibi gelmekte olan daha büyük krizlerin küçük bir kesiti mi bu salgın? Yoksa bu tür musibetlerin 50 ila 100 yılda bir tekrarlanabileceğini söyleyen pandemi uzmanlarına mı inanmalı? Doğrusu bu tuhaf süreç normalleştiğinde bazı şeylerin bir daha eskisi gibi olmayacağı aşikar. Söz gelimi bu süreçte tabir doğruysa “madara olan” Avrupa Birliği ya dağılacak ya da kendisini radikal bir biçimde yenileyecek.
Medeniyetler beşiği İtalya’nın ya da her köşesi ayrı bir sanat merkezi olan İspanya’nın yaşadıklarının hesabı sorulmadan bu defterin kapanması kolay değil. Öte yandan, Dünya Sağlık Örgütü adındaki kuruluşun kendisini baştan aşağı gözden geçirmesi kaçınılmaz görünüyor. Şurası da kesin ki bu salgın dünyanın pek çok yerinde, içinde mimarlık alanının da bulunduğu birçok mecrada radikal algı ve anlayış dönüşümlerini tetikleyecek.
Kişisel olarak COVID öncesi mimari yaklaşımım ile sonrası arasında ciddi bir fark olduğunu düşünmüyorum. Eldeki kaynakları tüketirken daha dikkatli olmak, söz gelimi herhangi bir durumda yıkmadan dönüştürmeyi bir kez daha düşünmek, çevreye, ekolojik dengelere olabildiğince zarar vermeyen yapılar için çaba göstermek, bu musibet başımıza gelmeden önce de benimsediğim yönelimlerdi, bundan sonra da öyle olacak.
Yaşam alanlarını çeşitlendirmek, nitelikli ortak alanlar üretmek, sadece kapalı değil açık alanların kalitesi üzerine de kafa yormak, doluluklar kadar boşlukları da tasarımın öncelikleri arasında tutmak, önceki dönemde olduğu gibi bundan sonra da benim için vazgeçilmez unsurlar olacak.
İçinde yaşadığımız coğrafyada bu bağlamda oluşan farkındalık konusunda ise bazı kuşkularımın olduğunu söylemeliyim. Zira bu musibetten çıkartılan derslerin kolaylıkla unutulabildiği bir iklim hakim bugünlerde buralarda. Çoğu sosyal medyada paylaşılan ama sahiciliğinden emin olmanın pek kolay olmadığı bir tür yeni duyarlılıklar paketinin büyüklüğü ise ülke nüfusunun bütünlüğü düşünüldüğünde incir çekirdeğini doldurmuyor.
Neoliberal sistemin dayattığı tüketim çılgınlığı yaz sezonunun açılmasıyla eskisinden daha da fütursuz bir biçimde ortaya çıktı. Bir yandan da Türkiye’nin dünyada yaşanan ve günbegün daha vahim hale gelen iklim krizini durdurmak ve küresel sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlamaya yönelik hedefler içeren Paris Anlaşması’nı imzalayan ancak onaylamakta nazlanan altı ülkeden biri olduğu gerçeği var karşımızda. Eritre, İran, Irak, Libya, Yemen ve Türkiye!
Bilmem ki başka ne diyeyim…
Öğrencilere tavsiyeler
Sadece COVID belasından değil, son dönemde neredeyse bütün Akdeniz çanağını kasıp kavuran ve bizim de içimizi yakan orman yangınları sırasında yaşadığımız toplumsal çaresizlikten de çıkarılacak pek çok öğreti var. Geleceğin mimarları olan öğrencilerin gözlerini, kulaklarını ve en önemlisi akıllarını sürekli açık ve çalışır durumda tutmalarını önemli buluyorum.
Dünya bir yandan erişilebilirlik açısından küçülürken diğer yandan da hızla bir felakete doğru sürükleniyor. Benim öğrenciliğim sırasında hiçbir zaman gündemde olmayan iklim krizinin bundan böyle her alanı birinci derecede etkileyeceğine hiç kuşkum yok. Mimarlık bu alanların başında geliyor.
250 milyon yıl önce yaşanan volkanik aktivite yaşamı tehdit eder boyuta gelmiş ve sonunda dünya tarihinin en büyük soy tükenme olayı ortaya çıkmıştı. Eğer çok ciddi önlemler alınmazsa içinde bulunduğumuz Androposen Çağı’nın da 50 ila 70 yıl içinde benzer bir yok oluş ile sona ereceği bilim adamları tarafından sıklıkla tekrarlanıyor. Böyle bir hakikat karşısında mimarlık alanının ve tabii mimarın bu çerçevedeki sorumlulukları eskisine göre çok daha da önemli hale geliyor. Tasarımın ekolojik sürdürülebilirlik yönü artık göstermelik bir mesele olamayacak kadar kritik.
Geleceğin mimar adayları olan öğrencilerin özellikle bu konuda çok derin bir bilgi ve görgü birikimine sahip olmaları gerekiyor. Toplumda sıklıkla karşılaşacakları popüler söylemler yerine sahici bilgilerin peşinden gitmeleri, öğrenmekten, her an, her mecrada çevrelerinde olan biteni sorgulamaktan yılmamaları ve kalabalıklar tarafından benimsenen kolaycı sığlıklar yerine kişisel olarak inandıkları doğruların yolundan kararlılıkla yürümeleri gerekiyor.
Bu yönelim zaman zaman kısa vadede başlarına dert açacak olsa da günün sonunda onları içinde yaşadıkları topluma ve dünyaya faydalı bireyler haline getirecektir.
Bu bağlamda genç arkadaşlarıma hem yüreklerini hem de zihinlerini olabildiğince açık tutmalarını, kendilerini konjonktürel dirençlere karşı koyacak kadar birikimli ve donanımlı hale getirmelerini, inandıkları bilimsel değerler adına gerektiğinde sonuna kadar mücadele etmekten geri durmamalarını ve bütün bunları yaparken de hayat boyu bir öğrenci olarak kalmalarını tavsiye ediyorum.
EMRE AROLAT
Galatasaray Lisesi’nin ardından MSGSÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun olduktan sonra 1986-87 yıllarında ABD Washington D.C.’de Metcalf Mimarlık Bürosu’nda çalıştı. 1992 yılında MSGSÜ Mimarlık Fakültesi’nde Yüksek Lisans eğitimini tamamladı. 1987-2004 yılları arasında Şaziment ve Neşet Arolat tarafından kurulan Arolat Mimarlık Ofisi’nde çalıştı.
2004 yılında Gonca Paşolar ile kurduğu EAA-Emre Arolat Architecture’de Ana Tasarım Sorumlusu olarak, İstanbul ve Londra’daki ofislerindeki geniş ve deneyimli kadrosu ile dünyanın farklı coğrafyalarında mimari proje üretimini sürdürmekte.
Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalarda kazandığı ödüllerin yanı sıra, Aga Khan Mimarlık Ödülü, Londra Tasarım Müzesi Yılın Tasarımları Ödülü, RIBA-İngiliz Kraliyet Mimarlar Enstitüsü Uluslararası Mükemmellik Ödülü, Dünya Mimarlık Festivali, Cityscape, Mipim, Ulusal Mimarlık Ödülü, Kadir Has, Sanatta Üstün Başarı Ödülü, MSGSÜ Osman Hamdi Bey Ödülü gibi ödüller kazandı.
Yale Mimarlık Okulu, Delft Berlage, MSGSÜ, YTÜ; UÜ, İKÜ ve İBÜ gibi üniversitelerde stüdyo yöneticiliği yaptı. İçlerinde Aga Khan Mimarlık Ödülleri Master Jüri Üyeliği olmak üzere pek çok jüride yer aldı. Cooper Union, Pratt Institute, Rensselaer Polytechnic Institute, Rhode Island School of Design, La Cité de l’Architecture et du Patrimoine Paris, Ahmedabad Cept University, RIBA Londra, Princeton Club, Core Club, The Architectural League of New York, Boston Society of Architecture gibi çeşitli eğitim ve kültür kurumlarında konferanslar verdi.
2013 yılında RIBA- İngiliz Kraliyet Mimarlar Enstitüsü üyesi oldu. 2015’te Uluslararası Mimarlık Akademisi tarafından göstermiş olduğu üstün başarılarından ve güncel mimarinin gelişimine olan katkılarından ötürü Profesör ünvanına layık görüldü. 2019 yılında Amerikan Mimarlar Enstitüsü tarafından, AIA Onursal Üyelik Programı kapsamında sıra dışı çalışmaları ile topluma ve mimarlık alanına uluslararası alanda yaptığı katkılardan ötürü Onursal Üye olarak seçildi. 2017 yılından beri Aga Khan Mimarlık Ödülü Yürütme Komitesi üyesidir.
EAA-Emre Arolat Architecture
“Bir yeri araştırmayı, anlamaya çalışmayı ve verilerin izlerini sürmeyi önemsiyorum. Sonraki aşamalarda ise uygulanacak olan fiziksel yapının ete kemiğe bürünmesi ile ilgili çalışmalar, stüdyodaki meslektaşlarımla birlikte bazen bilişsel bazen de sezgisel olgular içeren bir süreçte ortaya çıkıyor.”
Emre Arolat