Tasarım ve bana olan meydan okuması, yaşamla ve merkezinde insanların karşılıklı alışverişlerinin düzenlendiği bir mekanda objeler yaratmakla ilişkili.
● Bugüne kadarki kariyerinizi özetler misiniz? Eğitiminiz, stüdyonuzu kurmanız… Tasarıma alanına nasıl girdiniz ve bu alanda nasıl ilerlediniz?
Ebeveynlerim Marne Vadisi’nde çiftçiydiler. Çocukluğum, ikizim olan kız kardeşim ve iki erkek kardeşimle birlikte Marne ilindeki 80 nüfuslu küçük bir köyde geçti. Tasarım konusunda ne öğrendiysem, o zamanlar endüstriyel tasarım alanında eğitim veren tek okul olan Paris’teki Endüstriyel Yaratı Yüksek Okulu’ndan (ENSCI) geldi.
Diplomam için, genişletilmiş işlev fikri üzerinde çalıştım. Sezgisel olarak bir objenin yalnızca bir işlevi olmasının yeterince cömert olmadığı fikrine vardım. “Evsel üçleme” oluşturan üç obje ile verileri içine yerleştirerek işlevin nereye kadar genişletileceğini görmek için gerçek bir deneme yaptım. Bu projelerle farkına vardım ki, eğer iyice düşünürsek, objenin birçok bileşenden oluşan bir obje olmaktan daha fazlası olduğunu ve insanın onu modelleyebileceğini anlayabilirdik.
Mesleğimizin know-how’ı sadece işlev yapmak değil aynı zamanda o işleve katkıda bulunmak, pozisyon almak, ev hayatında kimi destekleyeceğine karar vermek, paylaşmak… Fark ettim ki, eşyalar benim için duygusal bir şey haline geldi; çünkü biz sorunları, formal problemleri çözmekten kaçındık, tüm dünyaya bir nefes alma ihtimali vermek elimizdeydi ve benim için esas olan fikirlerdi. Yeni bir obje veya bir obje daha yapmakla; toplumun birlikte yaşama vizyonunu taşıyan bir obje veya angaje bir obje yapmanın arasında benim için çok az fark var.
Projelerim devam ederken, mobilya çalışmaya başladım ve bu yaşam senaryosu fikriyle ilgili ilk projem olan, üzerinde alarm ve gece lambası olan bir sütun olan ama eve geldiğinde serip yatacağı bir mekan haline gelen “When Jim Goes to Paris”i tasarladım. Bu, potansiyel içinde potansiyel olan ve bir anda aktif hale gelerek yaşam senaryosu sunan objenin başkalaşımıydı. Usule uygun, geleneksel bir mobilya parçası yapmak istemedim. Tabii ki konfor kavramımız yine vardı ama konforun farklı şekillerde sunulabileceği prensibi ile başladım ve dolayısıyla bu ağırlama sütunu bir yaşam senaryosu önerdi: Bir sütun oldu.
Bu süreç obje düzeyinde olduğu kadar, mekan düzeyinde de ama farklı ölçeklerde olabilir. Pasta ustası Pierre Hermé ve Forge de Laguiole için tasarladığım üzerinde çalışırken yüzyıllar boyunca arınmış bir alet ile bunu gösterdim. İnsan bir bıçak (düşünürseniz basit bir pasta bıçağı) ile ne icat edeceğini pek bilemez. Bu yaşam senaryosu meselesidir, pasta senaryosu, burada daha çok gelenekler senaryosudur. Burada yine, belli bir anda bize eşlik eden objenin herhangi bir T zamanında artık bir şey yapmadığı ama bütün faaliyet boyunca uzun uzadıya bize eşlik ettiği noktasına geliyoruz. Bıçak keser. Ama elimizi bir çeyrek çevirdiğimizde bir kek veya pasta spatulası haline gelir.
Bu, T zamanında aşırı özelleşmiş objeler üzerinde çalışmaya son vermek ama bir aktiviteden diğerine geçerken aradaki akışkanlık üzerine, bu geçişlere ilişkin bilgileri tutmaya devam etmek gibi ikinci bir düşünceyi akla getirir. Bir bakıma bu, yaşamın kendisi üzerinde çalışma meselesidir çünkü yaşam hareket halindedir ve sadece birbirini takip eden hareketsiz resimlerdir. Devinim halinde yaşam çoğuldur ve gelişir.
Benim için tasarımın biçimle hiç ilgisi yoktur, zaten bu disiplinde meydan okuma veya ilginin geliştiği yer biçim değildir. Birisi ömrünü bir sandalyenin kavisini tasarlamak ve birbirine uydurmakla geçirebilir, ama niye benzerlerinden bir tane daha olsun? Tasarım ve bana olan meydan okuması, yaşamla ve merkezinde insanların karşılıklı alışverişlerinin düzenlendiği bir mekanda objeler yaratmakla
ilişkilidir.
Renkler, malzeme veya biçim değil, hacim ve kullanım açısından düşünürüm. Tabii ki, objelerin bir şekli vardır ama biçimleri benim işimi yönlendirmez.
● Nelerden ilham alıyorsunuz?
İlhamım yaşamı gözlemlemekten geliyor. Sosyolog Marc Augé benim çalışmalarımı antropolojik tasarım olarak tanımlıyor. Sonrasında, projeler geliştirirken gelenek ve göreneklere güvenirim. Bu benim görenek senaryosu kavramını tanıttığım zamandır.
● Tasarım felsefeniz nedir? Tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Asgari koşul olan “işlevin” ötesinde bu mesleği, içinde yer aldığım projeler üzerinden gitgide daha fazla ebelik gibi görüyorum. Giderek daha da az biçim verme -estetik- ama daha fazla ortaya çıkarma, ortak istekler ve değerler etrafında birleştirme, düzenleme, yeteneklerin bağlantıları ve network’leri hoşgörü ve sosyallik… Halen üzerinde çalıştığım projelerin çoğu bu ortaklaşa ve iş birlikçi çalışma boyutunu ortaya çıkardı. Paris’teki “Maison des Petits au 104” projemi; Meuse, Fresnes au Mont’taki “Vent des Forêts” orman evlerini; “Fondation de France” ile birlikte Bretonya Trébédan’daki “Le Blé en Herbe” okulunu; “Mobile Mumo 2” seyyar müzesini; Tunus, Nefta’daki otel “Dar HI” ve Cédric Casanova ile onun Belleville’deki Sicilya zeytinyağlarını düşünüyorum. Dolayısıyla gittikçe daha fazla yerel boyutlar ilgimi çekiyor. İnsan çağdaşlığın artık sadece kentsel dünyanın özel bir ayrıcalığı olmadığını net bir şekilde görebilir.
Açıkçası, objeler de tasarlıyorum ama objeler yaratıcı sürecin ne merkezinde ne de nihai amacı. Onlar yalnızca herhangi bir zamanda, diğerleri (mimari, sahne düzeni, sergi vs.) arasında, daha geniş bir düşünce sistemi içinde mümkün olan bir gerçekleştirme.
● Projelere başlarken yaklaşımınız nasıl oluyor? İşe nasıl başlıyorsunuz?
Her projenin arkasında bir niyet vardır. 1995’te “When Jim Goes to Paris”in arkasındaki niyet konukseverliği eve geri getirmekti. Biçim beni ilgilendirmez. O yalnızca niyetin bir sonucudur, tıpkı malzeme gibi. Renkler, malzeme veya biçim değil, hacim ve kullanım açısından düşünürüm. Tabii ki, objelerin bir şekli vardır ama biçimleri benim işimi yönlendirmez.
Biçimin, daha ziyade niyetin bir sonucu olmasını umarım. Yaratılmış bir senaryo ile başlar, “bunu ve şunu yapacağız” deriz ve obje bize bunu veya şunu verir. Bir şartname yaratırız; biçim, madde ve renk mantıken sadece bu şartnamenin gereklerini karşılar. Bu, benim objeyi daha analitik olarak formüle etmemi sağlarken, ortaya bir mantık çıkar. Sürecimiz genellikle, projeye koymak istediğimiz çeşitli farklı malzemelerin hiyerarşisi fikrine odaklandığımız için hiyerarşiktir. Projeyi destekleyen mantık, niyetinize ve başlangıçta geliştirdiğimiz konsepte göre kaçınılmaz olarak azar azar bir biçimlendirme, bir gerçekleştirme yaratır.
● Tasarımlarınızda hangi malzemeleri kullanıyorsunuz?
Madde veya malzemeye yönelik öncelikli bir ilgim yok. Eğer belirli bir malzeme ile çalışmaya başlarsak, obje genellikle bir alıştırma olarak kalacaktır ilkesinden yola çıkıyorum. Tabii ki, insan bunu okuldayken sıklıkla yapar, malzemeden başlamak objenin tüm parametrelerinde ustalaşmak için hayli eğiticidir ancak eğer insanlar için alıştırma olarak kalacak objeler yapmak istemiyorsak en iyisi, bir amaçla çalışmaya başlamak, empati kurabilen bir yaklaşımla, bizleri bir araya getiren temadan yola çıkmak ve objeyi, dünyada savunduğumuz değerlerle uyumlu bir şekil alacak şekilde yönlendirmek. Gayet basit. Mümkün olan her zaman; ister bir müzenin sanat yönetmeni, ister Tunus’taki Dar HI için Neftalı bir kadın dokumacı ya da Meuse’deki camlı dolap imalatçısı veya iş gücü reentegrasyonu kurumunun bilgisi, daima yerel kaynakları ve know-how’larını çoğaltmaya gayret ediyorum.
● Son dönem projelerinizden bahseder misiniz?
2018’de birkaç proje var: Paris Filarmoni’de Arap müziği, New York’ta Velvet Underground sergi düzenlemeleri. Carrefour için tekstil koleksiyonu, yaşayan miras kuruluşu olan yayıncı Roger Pradier için lambalar.
Champagne Ardenne’nin Bölgesel Çağdaş Sanat Vakfı (FRAC) için arabuluculuk sistemi ve Paris’teki Pompidou Center için gezici bir düzenleme. Sèvres ile ortak çalışmaların Monaco, Muse’deki sergisi.
● Son olarak kariyerinin başındaki tasarımcılara tavsiyeniz ne olur?
Meraklı olun.