HELLA JONGERIUS

Jongeriuslab

Başla

Çalışmalarım geleneksel olanla günümüzü, en yeni teknolojilerle eski çağların zanaat tekniklerini birleştiriyor. Endüstriyel üretim sürecine zanaat unsurları ekleyerek özgün karakterli ürünler yaratmayı hedefliyorum.

eğitim & kariyer

1993 yılında Eindhoven’daki Endüstriyel Tasarım Akademisi’nden mezun olduktan sonra, bağımsız projelerin yanı sıra döşemelik kumaş firması Maharam için kumaş tasarımları, New York’taki Birleşmiş Milletler Genel Merkezi Delegasyon Salonu’nun iç mekan tasarımı, KLM Havayolları için kabin tasarımı, küratör Hans Ulrich Obrist’in daveti üzerine MAK (Viyana) için “Renk Tarifi Araştırması” (Colour Recipe Research) ve 2016’daki Milano Tasarım Haftası’nda Serpantin Galleries ve Louise Schouwenberg iş birliğiyle La Rinascente için gerçekleştirilen “Görünümlerin Ardındaki Arayış” (A Search behind Appearances) gibi büyük müşterilere yönelik çalışmaların geliştirildiği Jongeriuslab stüdyosunu kurdum. 2007 yılından beri Vitra için renk ve malzeme konusunda sanat yönetmeni olarak görev yapıyorum.

tasarım felsefesi

Çalışmalarım geleneksel olanla günümüzü, en yeni teknolojilerle eski çağların zanaat tekniklerini birleştiriyor. Endüstriyel üretim sürecine zanaat unsurları ekleyerek özgün karakterli ürünler yaratmayı hedefliyorum.

İşimi hiç bitmeyen bir sürecin parçası olarak görüyorum ve bu, tüm Jongeriuslab tasarımları için geçerli: Hem final aşamasının gücüne sahipler hem de geçmiş ve belirsiz bir geleceğe sahip daha büyük bir şeyin parçası oldukları etkisini bırakıyorlar. Yarım kalmış, geçici, muhtemel… Kusurlara, yaratım sürecinin izlerine, malzeme ve tekniklerin ortaya çıkardığı potansiyele dikkat etmeye dayanıyorlar. Bu çalışma yöntemi ile sadece sürecin değerini kutlamakla kalmıyorum, aynı zamanda izleyiciyi ve kullanıcıyı araştırmamla meşgul ediyorum.

Renk, tasarımın birçok farklı yönüne dokunur: sözcükler, şekiller, malzemeler, fizik, mekan, ışık. Rengi deneyimlemek tamamen fiziksel, görsel, sanatsal ve kültürel içeriğe bağlıdır. Dolayısıyla, renk oldukça özneldir. Her insan, yüzey, şekil için ve değişen aydınlatma koşullarında farklıdır. Bu, rengi gizemli ve sürekli olarak değişken kılar.

renk

Renk, tasarımın birçok farklı yönüne dokunur: Sözcükler, şekiller, malzemeler, fizik, mekan, ışık. Rengi deneyimlemek tamamen fiziksel, görsel, sanatsal ve kültürel içeriğe bağlıdır. Dolayısıyla, renk oldukça özneldir. Her insan, yüzey, şekil için ve değişen aydınlatma koşullarında farklıdır. Bu, rengi gizemli ve sürekli olarak değişken kılar. Benim için güzel renkler, farklı aydınlatma koşullarında yeni tonlar alarak ışıkla nefes alan renklerle sonuçlanan yüksek kaliteli pigmentlerden oluşur. 

Renk aracılığıyla kullanıcıyla ilişki kurmak istiyorum, bu nedenle renk deneyiminin öznelliği benim başlangıç noktam. İnsanları renk uyumu konusunda eğitmek amacında değilim. Amacım, şekil ve yüzeyleri öne çıkaran kaliteli tariflerden elde edilen renkleri tasarlamak. Sıradan, küreselleşmiş renk endüstrisine karşı bir tepki olarak ve her şeyden önce rengin tüm potansiyelini ortaya çıkarmak için yeni bir renk hazinesi yaratmayı hedefliyoruz.

renk ve malzeme arasındaki ilişki

Renk, mekandaki bir yansımadır. Nesneler rengi emer, yansıtır ve titreştirir. Renk, yalnızca nesne üzerinde somutlaşır. Yunan filozoflar, rengi optik bir fenomenden ziyade nesnenin fiziksel bir özelliği olarak görüyorlardı. Bugün renklere bu şekilde yaklaşmak imkansız. Artık renkleri, herhangi bir zamanda değiştirilebilen bir şeyin katmanı, kaplaması, boyası veya derisi olarak algılıyoruz. 

Koyu ve mat renkler, yumuşak cilalı renkler ve bunların arasındaki tüm renkler… Cam renkleri, sulu boyalar, LCD renkler, kumaş renkleri… Renk malzeme haline gelirken, malzeme renk oluyor. Benim için malzeme ile renk arasında gerçek bir ayrım yok. Fizikçilerin aynı fikirde olmayacağından eminim ama bence renk ve malzeme aynı niteliğe sahip. 

renk için ilham veren isimler & dönemler

Genel olarak, renk tasarımcılarının renklerin gerçek dünyasıyla değil psikoloji ile meşgul olduklarını düşünüyorum; tarih boyunca pigmentler ve sınırlamaları en çok ilgimi çeken konu. Raphael ve Michelangelo veya Hollandalı ressam Jan van Eyck gibi Erken Rönesans ressamları sınırlı bir paletle çalıştı çünkü çok fazla pigment bulunmuyordu. Sadece yedi ya da dokuz pigment ile büyük miktarda rengi karıştırabiliyorlardı.

Vermeer veya Rembrandt’ın başyapıtları da özellikle pigmentleri ve renkleri kullanımları açısından beni etkiliyor. Renkleri karıştırmak yerine boyaları çok değerli malzemelerden elde edilen doğal pigmentlerle karıştırıyorlardı. Bu resimlerdeki büyü, kullanılan malzemelerin zenginliğinden ve karmaşıklığından kaynaklanıyor. Buradaki ilginç nokta, günümüz endüstrisinin tasarımcıların kullanması için yalnızca sınırlı bir pigment paleti sunması. Açık konuşmak gerekirse, elbette pek çok renk var, ancak kullanılan pigmentler sınırlı. Bu endüstriyel sınırlama, kaliteyi ve zenginliği içinde yaşadığımız renk dünyasından uzaklaştırıyor.

Benim için malzeme ile renk arasında gerçek bir ayrım yok. Fizikçilerin aynı fikirde olmayacağından eminim ama bence renk ve malzeme aynı niteliğe sahip.

Renk araştırmalarında tarih açısından bana ilham veren, öncelikle Bauhaus hareketi. Bauhaus tasarım idealleri benim ideallerime çok benziyor. Bu ideallere nasıl ulaşacağım konusundaki yaklaşımım farklı olmasına rağmen, yüksek kaliteli ürünleri geniş bir kitleye sunma tutkusunu paylaşıyorum. Bauhaus ile aramdaki ilişki, renk odaklı çalışmalarıma da yansıyor. Burada iki karşıt görüşün çatışmasını görüyorum.

Josef Albers, rengin nasıl tasarlanabileceğine dair zengin bir dizin oluşturdu. Halen bu çalışmadan faydalanıyorum. Fakat, Bauhaus tasarımcılarının göz ardı etmeyi tercih ettiği, benimse çok ilgimi çeken öznel bir yön var: Nihai yanıtlar yerine, bir şeyi anlamak için yaptığımız yolculuğu tetikleyen sorular. Bir diğer ilham verici gelişme ise Le Corbusier’nin renk kullanımıydı. Sübjektif bir renk paleti belirleyen ve özellikle renklerin mekan üzerindeki etkisi için bir sistem geliştiren ilk kişi oydu.

son dönem projeleri

“Nefes Alan Renk” (Breathing Colour), rengin davranış biçimini derinlemesine inceleyen, şekilleri, malzemeleri, gölgeleri ve yansımaları keşfeden enstalasyona dayalı bir sergi. Bir dizi çalışma ve benzersiz deneyim sayesinde sergi şu soruları sormamızı sağlayacak: Gün içindeki ışık, renkleri ve malzemeleri nasıl etkiler? Form ve renk arasındaki ilişki nedir? Bir renk, ne zaman bir şekli öne çıkarır ve ona yeni bir boyut kazandırır? Gölgenin rolü nedir? Bunlar tasarımın temel yönleri… Esas amaç ise rengin gücünü formun gücüyle karşılaştırmak. 

Bu sergiyle, bir arşiv oluşturmayı, yorumlayabilmek için bir araç yaratmayı, izleyicinin gözünü gıdıklamayı ve rengin nefes aldığını görmesini sağlamayı, endüstriyel renk paletinin ötesinde daha geniş bir perspektif sunmayı, rengin formun önüne geçmek hatta onu dönüştürmek konusunda ne kadar güçlü olabildiğini ve süregelen bir “alet çantası” olarak, renk gramerindeki tüm seçenekleri göstermeyi ümit ediyoruz.

Son döneme ait bir diğer proje ise “Vlinder”. Bir tasarımcı olarak itiraf etmeliyim ki kanepe tasarımı gerçekten zor bir şey. Eve girer girmez karşılaştığınız, büyük bir nesne. Ayrıca kanepelerde yenilik yapmak çok zor. Çok fazla koltuk tasarımı var, yeni bir koltuk tasarlamak için iyi bir nedeniniz olmalı. Bu, yenilik yapılması gereken doğru alanı bulmak için baskı yaratıyor. Kanepe büyük bir nesne olduğu için abartılı olmamalı, ama bir taraftan da sizin imzanızı taşımalı. Bunun kumaşlarla da yapılabileceğini düşündüm ve kumaşların yön verdiği “Vlinder”i tasarladım.

Vlinder, çağdaş bir kanepenin arketipine sahip, ancak özenli üretimi ve el işi onu benzersiz bir başyapıta dönüştürüyor. Tasarım aşamasında bu yeni kanepenin ortaya çıkması için güçlerini birleştiren dokumacılar ve tekstil mühendislerden oluşan bir ekip tarafından desteklendim. Vlinder, el sanatlarının insani dokunuşunu dijital teknolojinin olanaklarıyla birleştiren, bünyesinde yeni bir tür benzersiz desen barındıran, bir “haute couture” (özel tasarım) kanepe. Benzersiz döşemesinin yanı sıra çok katmanlı köpükten yapılmış yumuşak dolgu maddesi ve yastık benzeri şiltesiyle yüksek konfor sunuyor. Kanepenin en belirgin özelliği, kanepe gövdesini kaplayan “Özel Dikim Kumaş” denilen yumuşak jakar örgülü ve büyük desenli bir döşeme. Bu kumaş, farklı dokumaların konumunun, eşsiz bir görünüm için kanepenin şekline göre uyarlandığı bir tekstil yapısı. Ortaya çıkan sonuç, faydacı nesne ve sanat arasındaki sınırı bulanıklaştıran, tarihi halıları veya goblenleri hatırlatan, iç içe geçmiş doku ve renklerden oluşan bir kolaj. Özenle üretilen bu kumaşla, Vlinder’in oturma kısmı, sırt ve kol destekleri kaplandı.