Görünüşte 2018 tasarım ve mimari için hayal kırıklığı değilse bile nispeten olaysız, herkes için nitelikten çok niceliğin konuşularak tüketildiği, sektörün basılı ve dijital yayınlarının birçok modası geçmiş, özgün olmayan ve bazı durumlarda aslında kusurlu projeleri yayınlama eğiliminde olduğu bir yıldı. Önümüzdeki yıla bakarken, tasarım ve mimarlıkta sistemsel düşünmeye doğru bir yönelim bekliyoruz.
Önümüzdeki yıla bakarken, tasarım ve mimarlıkta sistemsel düşünmeye doğru bir yönelim bekliyoruz. “Kral çıplak” deyiminin sürdürülebilirlikteki eş değeri, giderek artan sayıda kamu kuruluşunun işleriyle hem doğrudan hem de dolaylı olarak ilgisi olan çevresel ve sosyal konuları daha kapsamlı bir şekilde sorgulamanın gerekliliğini kabul etmesi. Ama dış uzmanlar yeni bakış açıları ve fikirlerin oluşmasına yardımcı olacakken genelde iç girişimcilik ve içselleştirme (kurum içi laboratuvarlar, etkinlikler ve eğitim) yükselişte. Ayrıca “biyo” ön eki taşıyan tüm alanlar hızla büyümeye başlıyor; ayrıştırılabilir malzemelerden kendi kendini onarabilen malzemelere, biyobilişimden (DNA depolama) biyomimetrik (doğayı taklit eden) robotik ve mühendisliğe ve daha niceleriyle bu alanlar sadece küresel sorunlara cevap olabilecek ilgi çekici imkanlar sunmakla kalmayıp aynı zamanda kendi disiplinlerinde emekleme dönemindeler.
Araştırma ve uygulamalarımda, henüz yeni bir tasarımcı iken 90’ların başında sistem bazlı tasarımla ilk ilgilenenlerden biri olarak tekstillerin dönüşümü ile çevresel süreçleri senkronize etmeyi araştırdım (yaprak döken ağaçlardan esinlenen, biyolojik olarak parçalanabilen giyecekler sezon sonunda çöpe değil kompost yığınına atılacaktı).
2010’dan bu yana hem yakın zamanda tamamladığım doktoram hem de Ar-Ge platformu Biyonik Kent (Bionic City) inşası için biyotasarım, biyomimetik ve biyolojik sistemler aracılığıyla şu soruyu keşfettim: Doğa, bir kenti nasıl tasarlar? Bu soru, biyolojik ve diğer dünya sistemlerini; bilim, güzel sanatlar, beşeri bilimler ve tasarımı kapsayan disiplinlerarası işler aracılığıyla incelememi sağlıyor. Bu alanlarda kendi anlayışlarını genişletmek isteyenlere tavsiyem, kendi yaklaşım ve metotlarında indirgeyici olmamaları; onun yerine bir değil birden fazla disiplin merceğinden bakmaları. Aynı zamanda hem mekansal hem de zamansal açıdan insan ölçeğinin ötesinde düşünün, örneğin; kullandığınız malzemelerin kendi moleküler bileşimlerinden nasıl etkilendiklerini ve zamanla bunun nasıl değişebileceği gibi. Dikey ormanlara dönersek, taklit etmeye çalıştığınız sistemleri gerçekten anladığınıza emin olun; eğer anlamazsanız çalışmalarınızdan çok sayıda istenmeyen sonuç ortaya çıkabilir.
Görünüşte 2018 tasarım ve mimari için hayal kırıklığı değilse bile nispeten olaysız, herkes için nitelikten çok niceliğin konuşularak tüketildiği, sektörün basılı ve dijital yayınlarının birçok modası geçmiş, özgün olmayan ve bazı durumlarda aslında kusurlu projeleri yayınlama eğiliminde olduğu bir yıldı. Örneğin; doğrudan basın duyurularını okuyan çok sayıda makale, balkonları saksı bitkileriyle doldurulmuş apartmanların “dikey ormanlar” oluşturduğu fikrinin çığırtkanlığını yaptı ki savunucularına göre bu; iklim değişikliğine, biyoçeşitliliğin kaybolmasına ve daha fazlasına çözüm getiriyor. Bu kavram bilimsel açıdan incelendiğinde, ormanlar yalnızca ayrı ayrı bitki türlerinin bir koleksiyonu olmayıp türlerin birleştiği örnek popülasyonların birbiriyle çok iyi bağlantısı olan “network”ler. Öyle ki, kentsel Bilgi ve İletişim Teknolojileri (BİT) ağının ekolojik eş değeri diyebileceğimiz kök ve mikorizal sistemleri; bütünlük, direnç (kuraklık, sıcaklık dalgaları, hastalıklar, fırtınalar vb. durumlara karşı ayakta kalma yeteneği) ve başka şeylerin yanı sıra ağ üzerinden bilgi ve besin alışverişi sağlıyor.
Bir ormanda farklı ekolojik işlevler farklı katmanlarda çalışma eğilimindedir (örneğin; toprak, zemin veya gölgelik seviyesi), burada çevre evrimin bir ürünü olarak türler çok özel mekânsal ilişkileri sağlamak için hem fizyolojik hem de davranışsal açıdan adapte olmuşlardır. Dolayısıyla bu ilişkilerdeki değişiklik (örneğin; bitkileri yatayda değil dikey düzlemde yerleştirmek); üreme, yayılma, ortak yaşam gibi kritik biyolojik süreçleri sürdürecek tür kapasitesini de benzer şekilde değiştirir. Bunlar ve yanı sıra birçok nedenle kule bloklarındaki dikey orman çeşidinin bırakın uzun vadeyi orta vadede bile sürdürülebilir olduğu büyük ölçüde şüpheli. Daha da kötüsü karbon bazlı bitkiler yanıcıdır ve henüz bir tane bile dikey orman projesinin herhangi bir yangın riskini nasıl azaltacağı belirtilmemiştir.
Yukarıdaki, karmaşık problemlerin nadiren doğrusal çözümleri olsa bile, bu sorunların açık sistemler içinde var olduklarında çözümsüz kalacaklarına dair tipik bir örnekti. Hatta yüksek bir binanın tümüyle kontrollü bir ortamda bulunduğu (bir laboratuvar deneyine benzer şekilde tamamen kapalı yaşam ortamı) durumda yapılan Biosfer 2’de yürütülenlere benzer sayısız bilimsel çalışma göstermiştir ki bu tür sistemler sabit kalmak bir yana dengede bile kalamayıp çoğu kez öngörülemeyen şekilde değişiyor. Bir başka deyişle biz insanların, insan olmayan sistemleri kontrol edebilmesinin sınırları var.
Ekolojik veya diğer yerküre sistemlerine karşı gelmeden çalışan tasarım ve mimari, kavramsal olarak yeni bir şey olmadığı ve tarihsel olarak yakın geçmişe kadar genellikle kuzey ülkelerinin düşünce, araştırma ve uygulamalarında bulunmadığı halde, bu yaklaşım hem yerli hem de Doğu yerel stillerinin merkezinde yer alıyor. Fakat insanlığın, çevresini kontrol kapasitesinin sonsuz olduğuna dair olan yanlış inanca dayanarak toprak, su, kum ve hızla azalan sayısız başka kaynağa sınırsız erişimi nedeniyle Batının tasarım ve mimarisi giderek yakın ve uzak çevresini düşünmeyi unuttu. Ancak şimdilerde hem dikey ormanlar ve hem de çok sayıda başka konseptlerle bağlantılı olarak, tasarım ve mimari topluluğu içinde doğrusal düşünme ön plana çıkıyor. Buna karşılık sistem düşüncesi akademi, endüstri ve dünya ölçeğinde, hem devlet hem de devlet dışı organizasyonlar içinde yürütülen en önemli öncü araştırma ve uygulama projelerinin odağında yer alırken birer birer, meslekten mesleğe noktalar birleşiyor ve bu esas olarak yalnızca geçtiğimiz yıl veya yılların değil zamanımızın en büyük gelişmesi: Kelimenin gerçek anlamıyla bir “paradigma kayması.”
